Salep Üstü Cemre

Trafiği kolladığımdan arkamdan koşturarak geldiğini fark etmedim bir an. Ayaklarından akıp giden dermansızlığı ve omzuma tutunma isteğini de fark edemedim. Ansızın, “Abla” diyen ince cılız bir sese kulak kabartıp arabanın altında bir kedi aradım. Kedi yoktu ama ses çok yakından geliyordu…

Gözlerinin içindeki yaşlardan tanıdım onu. Gözyaşlarımız saydam renksiz ve duygularımızı en net gösteren merceklerdir. Kendi gözlüklerime dökülürken de görmemi engellerler. Bu yaşlar selamsız çıktıkları sahneden dışarıya dökülürken içini temizleyen hüznün sahne sanatçılarına dönüşürler.
Tanıştık o halde. Gözyaşları tuzlu, patladı patlayacak su borusu gibi hazırdılar fışkırmaya caddeye.

Beklediğinin tam tersine onu oturtmak yerine özellikle yarım saat yürüttüm. Ya hep çökecek, ya da tüm zorluklara rağmen kalkıp ileriye bakacak hep yürüyecekti. Seçim onundu.
Yürüdü. Yürümesinden belliydi gayreti. Kendisini darmadağın olduğu vadiden tek tek toplayacak, birleştirip parçalarını Rab’ından yeni nefes bekleyecekti.

Oturmayı teklif ettim. Siparişi hızlandırdım. Ağzına salep fincanını götürdü usul usul. Tarçın kokulu günlerin havasını çekti içine. Anlattı uzun uzun. Fincanına bir damla yağmur düştü yine gözünden. Sıcak salebin içine bir damla gözyaşı,  kaynarlığını bir damla kadar ferahlatmıştı ancak.
Bir genç kızın umudunun söndürülüp, kandırıldığına değil de, “inanmak” kelimesine takılmıştı.

Ben nasıl aklımı kullanamadım? Nasıl farkına varamadan bu tuzaklara düştüm? diye soruyordu benim üstümden kendisine. Hayatında ilk defa ciddi bir ilişkinin varlığına kendisini bırakmış, sevme ve sevilme duygusunu gözyaşlarını fark etmediği günlerden tanıyordu. Her şey karanlık ama kendi göz merceğini aşkın kendisine gökkuşağı yapmıştı.

Salebi üfleyerek yudumladı. Ardından “inandım, öyle büyüdüm çünkü. Mutlu, orta halli bir annem ve babam, beni koruyan ağabeylerim. Ayaklarım yere basıyor, çalışıyorum. Niye inanmayayım ki? İnsanları neye göre değerlendirmeliyim ki? Adam seviyorum diyor, niye altında bir şey arayayım? Düz mantık işte. Nereden bilebilirdim, seviyorum derken meğer ardımdaki statüme, parama yatırım yaptığını. Ben de bol bol ona sunmuşum istediklerini. Bunlar da koymadı aslında, en çok dokunmadan saygı duyan erkek ruhuna bağlanmışlığım koydu bana. Beni evliliğine saklıyor sandım. Meğer sorumluluktan kaçan, uyuşturucu bağımlısı, ruh hastası bir adammış. Peki, ben niye geç uyandım?

– Ayaklarım ancak dinlendi biliyor musun? Dermanım geldi. Ama ruhum çok parçalandı. Yine de bu durumdan güçlü çıkacağım. Göreceksin, seni arayıp bildireceğim.
– Nasıl yapacaksın?
– Onun silahı, inandırmak! Ben de ona inanacağım rol gereği.
– İyisin artık herhalde ki.
– Tarçınlı salep ve anahtarı sohbet. Enkazdım, dirildim şefkatinle.
Aradan tam bir hafta sonra aradı. Anlattıklarıyla şaşkına döndüm. Helal olsun demek için yeniden güç topladım.
– Abla, adamla irtibatı kesmeden ona inanmış gibi yaptım. Polisle takip ettik. Yakalattım.
– Eeee?
– Nezarethaneye gittim ve kelepçeli haline tek cümle ettim. “Merhaba, ilk ziyaretçin benim” dedim. Bakamadı yüzüme.
Cemre dünyamıza yeniden düşmüştü. Güçlenmiş anlatıyordu tek tek.
– İnsan kurda kuşa inanmamalı, İnsana inanmalı. Ayakları üstünde durana, sorumluluk alabilene inanmalı. Kendisi tecrübelenmeli, ama önce daha çok kendini tanımalı.

Karşımdakinin suçu var da benim yok mu?  Şimdi deneyim kazandım. Zararım yok madden. Ama manevi yıkımım var. Geçer elbet. Bana çok büyük bir öğreti kattı bu olay. Kız öğrencilerimi sanal âlemden korumak adına ciddi projeler geliştirmeyi düşünüyorum. Misyon edindim, sanal âlemden dolandırılmamak için herkesi bilgilendirmeyi hedefliyorum. Aşıyorum abla. Ayaklarımda derman var artık. O gün çökseydim kalkamazdım. Yürüdükçe seninle kaslarım açıldı yeniden. Hatta koşasım var kendime. Bak seyret beni artık.

Bahçeden çıkıp elindeki uçurtmalarla bayırlara doğru hızla koşan Cemre’yi fotoğraflara sığdırmak mümkün değildi. Yaş 28, çılgın.
Bağırdım ardından
– Hep koşacak mısın?
– Okyanusu göreceğim.
– İyi de burada nehir yatağı var, okyanus yok ki.
– Bende de yelken yok zaten.
– Nasıl olacak o okyanusu görmek?
– Uçurtmamla bayırlara koşarken yelken yapıp okyanus gördüğümü düşlüyorum.
– Okyanusu görüyor musun?
– Düşlerimin büyüklüğünü görüyorum, düşler de okyanus gibidir.
– Yüzüyor musun koşarken?
– Ayaklarımı hissetmiyorum, elimdeki uçurtmaya bakıyorum.
– Ya elindeki ip kaçarsa, okyanus düşlerin elinden uçar mı?
– Uçurtmam kaçsa da düşlerim hep elimde, düşlerimi ipe bağlamak uçurmaktan daha önemli.Gerisi uçurabilmekte yani eylemde. Onu deniyorum.
– Hep koşuyorsun.
– Evet, sahip olduklarımı fark ettikçe,  onlara koşuyorum.
– Aşağıya çeksene uçurtmanı biraz?
– Farkındalık geldiğinde çekerim aşağıya ipi,  ben yükselirim, dönüşürüm değiştikçe.
– İnanmakla ilgili ne düşünüyorsun artık.
– Çok kolay. Artık sadece kendime inanıyorum. Kendime.  Tekir kedime, evime, ruhuma. Sadece sahip olduklarıma inanıyorum.
– Harikasın.
– Biliyorum abla, biliyorum.

Bilge Öztoplu
Profesyonel Koç, NLP Practitioner

Yorum yapın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.