Broş Söyleşi, Yazar Değil, YAZANIM!

Haber Kaynağı: BROŞ

Tarih: 16 Şubat 2017

İşte karşınızda bilge kadın: BİLGE ÖZTOPLU!

 

İLİŞKİLER OKULU ve MUTLULUK BİLGELİĞİ kitaplarının yazarı, onun deyimiyle yazanı.

Yazar, Eğitmen, Profesyonel Koç, İlişki Koçu, NLP, Robin Sharma Türkiye LWT Fasilatörü…

Facebook İLİŞKİLER OKULU sayfasının 56 bin takipçisi var. Bu kadar takipçinin de bir bildiği varmış hakikaten. Röportajı okuyunca hak vereceksiniz. Ama röportajla kalmayın, kitaplarını da okuyun… Çok şey öğreneceksiniz ondan!

Buğçe Çalışkan: Sizi tanıyalım…

Bilge Öztoplu: Kendim hakkında çok bahsetmeyi sevmiyorum. Bir sürü kimliklerin, etiketlerin beni doğru anlattığını düşünmüyorum. Kısaca insan olmaya çalışan bir yolcuyum.

Buğçe Çalışkan: Terzi kendi söküğünü dikebiliyor mu Bilge Hanım?

Bilge Öztoplu: Esasında buna katılmıyorum. Bence o terzinin başkalarının kıyafetlerini dikmeden önce kendi paçalarını yamaması lazım. Kendi pantolonunu, kendi söküğünü dikemeyen terzinin başkalarının kıyafetlerini iyi dikemeyeceğini düşünüyorum. Bir insanın önce kendi yaralarını sarması lazım.

Buğçe Çalışkan: Siz sardınız o zaman?

Bilge Öztoplu: Bu uzun bir yol. Bir ömür… Keşke bir günde sarılabilseydi. Bence o yaralar aslında insanı güzelliğe çıkaran örüntüler. Onların olması gerekiyor çünkü zıtlıklarla tamamlanmak zorundayız. Dualite diyoruz buna. Zıtlıklar olmadan yani Celal-Cemal, güzel-çirkin, iyi-kötü, tüm bunların çarpışması olmadan biz içimizdeki gerçek güzellikleri göremeyiz. Tıpkı halının dövülmesi gibi temizlenebilmesi için.

Buğçe Çalışkan: Sosyal sorumluluk projelerinde çok sık görüyoruz sizi. İlk kitabınız İlişkiler Okulu’nun gelirinin bir bölümünü de Yaşam Haklarını Destekleme Derneği’ne bağışlamışsınız. Öncelikle sizi tebrik ederim. Bu kararı nasıl aldınız?

Bilge Öztoplu: Bence sadece yazanların değil, bu dünyaya bir şey bırakmak için uğraşanların, üretenlerin mutlaka birilerine dokunarak ilerlemesi gerektiğini düşünüyorum. Bu sosyal projelerle olabilir, birilerine el vermekle olabilir… İnsanlar öğrendiklerini paylaşarak büyüyebilirler. Bu konuda birilerine bir şeyler yapabiliyorsak ne ala. Kütüphanelerden, çocukların, yardıma muhtaç insanların ihtiyaçlarını karşılamaya kadar her konuda elimden ne geliyorsa… Küçücüğüm ama kendi çapımda bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Bence, herkesin sorumluluğu bu.

Buğçe Çalışkan: Yeni çıkan kitabınız Mutluluk Bilgeliği, ilk kitabınız İlişkiler Okulu’nu tamamlarken, aynı zamanda kendi başına da öğretici bir kitap olmuş. Yine Mutluluk Bilgeliği’nde 14 köy çocuğuyla çalışmışsınız. Bunun hikayesini bir kez daha sizin ağzınızdan dinleyebilir miyiz?

Bilge Öztoplu: Her birey kendi içinde bir sürece girerken, sürecine giren mesajları iyi okuması lazım. Her yer Mevlana dolu, gören Şems nerede? Biz önce kendimizin Şems’i olabiliyor muyuz? Biz kendimizi görebiliyor muyuz, kendi içimizdeki Mevlana taraflarımızı görebiliyor muyuz? Görmeye başladığınızda, ihtiyacı olan diğer kişileri de görebiliyorsunuz. 14 köy çocuğunu geleceğin yazarları haline getirmek çok güzel bir projeydi ve İlişkiler Okulu’nun sosyal keşif projesiydi bu. Okulda da çocuklara yazarlık dersleri veren bir öğretmeninde bir süreci vardı kendi içinde. Biz sadece projeleri birleştirdik ama ben çocukları koçluk bakış açısıyla analiz etmeye çalıştım ve gelecekte yazar olmak isterlerse önce bunun tadını almaları sağladım. Birlikte kitap yazıp, imzalayarak, imzanın tadını yaşattım onlara. Ve şimdi o çocuklar deli gibi yazmak istiyorlar. Kendilerini değerli buldular, potansiyellerini çalıştırdıklarında esasında oluyormuş, hepimizin birer kitabı var. Kaldı ki Mutluluk Bilgeliği’ne her biri ben yazdım demeye başladı ki bu çok güzel, harika! Bu çocuklar ortaokul öğrencileriyken böyle, çünkü Mutluluk Bilgeliği’ni okuduğunuzda inanamayacaksınız. Büyüklere dair o kadar güzel şeyler söylediler ki… Bir de bu çocukların 10 yıl sonra yazacaklarını gözlerinizin önüne getirin. Dokunuyoruz, bu kadar.

Buğçe Çalışkan: O zaman çocuklara dair bir umudunuz var…

Bilge Öztoplu: Her zaman var. Mümkün değil olmaması. Çünkü biz yaşam koçları olarak çocuklarla da çalışıyoruz, büyüklerle de çalışıyoruz. Çocuklar geleceğimiz. Ve tabii ki önce aile, sonra çocuklar. Bireyden topluma doğru. Önce bireyler, sonra toplumlar. Bütün güzellikler böyle başlıyor.

Buğçe Çalışkan: Peki çocukların sizi çok etkileyen bir cümlesi oldu mu?

Bilge Öztoplu: Her biri bir cümle. Kitaba gönderdikleri yazıların bir cümlesini bile çıkarmamaya çalıştık. Sadece tekrarları çıkardık. Her bir cümlede sadece imla hataları düzeltildi. Atılacak gibi değildi, çok değerli cümlelerdi. Aklımda en çok kalan bir cümle var: Bir arkadaşım bana, bir kötülük yaparsa, gider onunla konuşurum. Hala kötülük yapmaya devam ederse artık konuşmam, onun bunu anlamasını beklerim. Şimdi hangi yetişkinde bunu görüyorsunuz? Çünkü çocuk, çocuk dünyasında arkadaşıyla kavga edip küsmeyi göze alamıyor. Diyor ki, anlarsa beni düzelir, o zaten gelir. Buradaki algıya bakın. Karşı tarafın hatasını anlamasını bekliyor. Bu ne kadar yüce bir şey!img_0675-1

Buğçe Çalışkan: Çocuklar beklemeyi biliyor o zaman?

Bilge Öztoplu: Çocuklar oyun arkadaşını hiçbir zaman kaybetmek istemiyor ki. Büyükler gibi çemberin dışına atamıyor. Çünkü o, çemberin içinde her zaman kendini var edeceğini biliyor. Birlikte büyüdüklerini biliyor. Bizde yaşamda birlikte büyümüyor muyuz sevgili Buğçe?

Buğçe Çalışkan: Sosyal Medyada İlişkiler Okulu sayfanızda 56 bin takipçiniz var. Herkes sizi çok seviyor. Bunun sırrı nedir?

Bilge Öztoplu: Bir kere bütün takipçilerime yüksek oranda değer veriyorum. Ve arada bir mesaj atıyorum: ‘’Sevgili Takipçiler, bu sayfaya koyduğunuz kalite, güzel yorumlar, çatışmasız ve uzlaşmacı yorumlarınız bu sayfanın kaliteli olmasını sağlıyor. Yani sayfa benim değil sizin.’’.  Ama benim sözlerimle uyanıp, hayatına yön verenler bile oluyor paylaştığım sözlerle ki, kendi sözlerimi çok kullanamıyorum, alıp altına kendi adlarını yapıştırıp paylaştıkları için. Onun içine yine yazı yazdım sayfaya: ‘’ Kendi sözlerimi burada çok fazla paylaşamıyorum. Web sayfam hazırlanıyor. Orada blog yazılarımla devam edeceğim.’’. Biri olumsuz bir yorumda bulunduğunda hiç tanımadığım birisi diyor ki, çık buradan, burası kaliteli bir sayfa, sayfanın kalitesini düşürüyorsun. Ben bir şey yapmıyorum yani.

Buğçe Çalışkan: Bir gününüz nasıl geçiyor?

Bilge Öztoplu: Yazar değil, ben bir yazanım. Bu ayrımın çok iyi yapılmasını istiyorum. Türkiye’de bu kadar sağlam yazarlar varken biz yola çıkmış karıncayız. Dolayısıyla yazmaya çalışıyorum, geceleri… Anneyim, tabii ki her şeyden önce. Çok yoğun bir tempom var aslında. Bir yandan koçluk çalışmaları sürüyor.  Ferrasini Satan Bilge’nin yazarı Robin Sharma’nın Türkiye eğitmeniyim. Kurumsal taraflarda bir takım gelişmeleri takip ediyoruz. Onun dışında dostlara zaman ayırıyorum. Bir günü anlatmaya kalksam ben bana yetmiyorum! Şöyle bir çözüm uyguluyorum: Albert Einstein’ın bile 24 saati varmış. O bile bir şeyler yaratabiliyorsa… Ben zaman yönetimiyle bir şeyler yaratmaya çalışıyorum. Ama tabii benim çalışma saatlerim gece, gece üretmeye çalışıyorum.

Buğçe Çalışkan: Yazarken olmazsa olmazlarınız nelerdir? Yazmaya nasıl başlıyorsunuz? Bir kitabın yazımı aşağı yukarı ne kadar sürüyor?

Bilge Öztoplu: Güzel bir soru. Bir kere NLP kökenli olduğum için kendimi tanıyorum. İlham tutulmalarımı, nerede ne zaman başlatacağımı biliyor ve bu süreci meditasyonla hazırlanarak yaratıyorum. Yarattığım zamanda kulağıma müzikleri takarak özellikle türküler, Azeri Türküleri, Bektaşi Nefesleri, çok özel seçtiğim beni etkileyen, tınısı yüksek sesleri dinlediğimde akışa geçtiğimi söyleyebilirim. Bu da 12’den 5’e kadar sürüyor. Yazma konusunda kendimi çok serbest bırakıyorum ve hani az önce dedim ya ‘’Her yer Mevlana dolu, gören Şems nerede?’’, ‘’Her yer mesaj dolu gören Bilge nerede?’’. O zaman ben nereden dem vuracağımı, akışa bırakıyorum. Akışın içinde gelen mesaj neyse onu takip ediyorum. Örneğin bir aşk romanı yazma fikrim var. Ama bana akış, şu anda çocukları kitabın içine al dediyse, aşk kitabını erteleyip sadece akışın bana seslendiği sözleri duymaya çalışıyorum. Çünkü ben yoğun bir işitselim. Bu kanaldan yolu takip ettiğimde sonuç beni hep mutluluğa götürüyor. Ama bir plan yapıp aşk yazılmalı dediğimde, böyle bir kural koyduğumda sonucun güzel olmayacağını biliyorum. Bu herkes için geçerli. Enerjimle, akışımla iş birliği içindeyim. En önemlisi de (herkesinde yapması gerektiğini düşünüyorum) Kalbinin Sesini Dinle diye bir film var, lütfen onu izleyin. Ben o filmle kendi sesimi duymayı öğrendim. Ben o sesi duyduktan sonra sadece o sesi takip ediyorum. Çünkü biliyorum ki önce ben kendi sesimi duyarsam herkes beni duyar ve beni bulur.

Buğçe Çalışkan: Yazarken ya da günlük hayatta dinlediğiniz, takip ettiğiniz, müzisyenler,yazarlar kimlerdir?

Bilge Öztoplu: Ayşe Kulin, Elif Şafak, İnci Aral… Latife Tekin, kendisine aşığım. Müzisyenlerden Erkan Oğur, Ahmet Aslan, Nermin Memedovalar’la çok coştuğumu biliyorum. Azeri Türküleriyle tavan yaptığımı biliyorum. Nefesler, özellikle beni ciddi yerlere taşıyan sesler. Saz, arada klasik müzik dinlenmek için.bilgefoto7

Buğçe Çalışkan: Vazgeçemediğiniz bir kitap var mı?

Bilge Öztoplu: Bence herkesin okuyup sindirmesi gereken bir kitap var. O da ŞİMDİNİN GÜCÜ’dür. Eckhart Tolle serisidir. Dinginliğin Gücü, Var Olmanın Gücü… Bunlar kendinizi nasıl hissettiğiniz ve nerede olduğunuzu size anında bildirecek kitaplardır. Ve Şimdinin Gücü’nde özellikle, şimdide kalmayı başardığınızda evrenin sırlarını açacak kadar bir güce eriştiğinizi söyleyebilirim. Debbie Ford serisini söyleyebilirim. Bunlar benim çok faydalandığım ve Mutluluk Bilgeliği’ni yazdığım Yüksek Bilinç Klavuzu oldukça önemli bir kitaptır. Mutluluk Bilgeliği’ni onun senteziyle yazdım. Daha doğrusu okuduklarımı kendime sentezledim. Mustafa Topkara’nın İlişkiler ile ilgili bütün kitapları, inanılmazdır. İlişkiye dair ne öğrenmek istiyorsanız… Sayabileceğim o kadar çok kitap var ki…

Buğçe Çalışkan: İleriye dönük planlarınız nelerdir? Yoksa kitaplarınızda yaptığınız gibi hayatın akışına mı bırakmak istiyorsunuz kendinizi?

Bilge Öztoplu: Şu süreçte biraz dinlenmem gerekli. Son iki yılda iki kitap, birinci kitap ikinci baskı… Hemen ardından ikinci kitap geldi. Sosyal medya tanıtım aşamaları, oldukça yorucu süreçler. Birazcık dinlenmem, yeniden beslenmem, yeniden kitap okumaları yapmam lazım. O akıştan ne doğacak, onu beklemem lazım. Ama projelerim var. Bir kere İlişkiler Okulu’nun workshoplarını hazırlamak istiyorum. Yani bunu bir okul haline getirip üç dört günlük, İlişkiler Okulu’ndan mezunlar vermek istiyorum. Uluslar arası Koçluk Federasyonu onaylı sertifikalı bir çalışma olsun istiyorum. Yani okula giren dört gün sonra Yüzleşme Tekniklerini, Farkındalık Çalışmalarını öğrenmiş olmalı. Katılanların Marifet Makamı’nda  öğrendiklerini pratiğe dökmüş, uygular hale gelmesini istiyorum. Kitaplarımda tek vermek istediğim yaşamsal mesajım: İnsanın sadece ve sadece önce kendini tanıması ve kendinden başkalarını tanıması gerekliliği.  Bu anlamda işimiz zor. Yine çocuklara dokunmak, yine yardım işleriyle uğraşmak, bu zaten hep var olacak. Kendinizi tanıdığınız sürece de hangi sosyal sorumluluk projelerine daha çok eğilmeniz gerektiği çıkacak ortaya. Şu yaşta ben çocuklara, etrafımdakilere… Ama önümüzdeki yıl daha büyük kitleye dokunacağız. Ne gelecekse HOŞ GELİŞLER OLSUN diyorum.

Buğçe Çalışkan: Bir kadına öğüt verecek olsaydınız bu öğüt ne olurdu?

Bilge Öztoplu: Kendini tanı derdim. Kadınlar çoklu zeka. Kadınlara derdim ki, dön bir kendini tanı. Çünkü sen bir anasın, sen bir eşsin ve merkezdesin. Kadının görevi çok büyük. Evet yorucu, ağır. Ama görevi bu çünkü o bir yumurta. Ve yumurtalar bilirsiniz, rahimde durur, bekler, binlerce spermi karşılar. Sadece birisini seçer, kendini açar, kapsar ve kapatır. Yani yumurta başrol oynamaya çalışmaz. Bekler, gözlemler, dişi gibi davranır. Kadınlar lütfen sadece dişi olun!

Buğçe Çalışkan: Eklemek istedikleriniz nelerdir?

Bilge Öztoplu: Benim eklemek istediklerim siz gençler için. Sizler geleceğin kadınları, anneleri, ayakta duran Cumhuriyet kadınlarısınız. Kendinizi tanıyarak ilerleyin. Güçlü yanlarınıza çok inanın. Zayıf yanlarınızı zaten dönüştüreceksiniz. Lütfen kim ne derse desin kendinize inanın. Ve ben son sözü şöyle bitireceğim: E. E. Cummings der ki, Seni diğerlerinden farksız yapmaya bütün gücüyle gece gündüz çalışan bir dünyada, kendin olarak kalabilmek, dünyanın en zor savaşını vermek demektir. Bu savaş bir başladı mı, artık hiç bitmez!

Yorum yapın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.