Çocukluğuma İthaf

“Çocukluğum, yalnız hislerden yapılmış bir şehir
Çocukluğum, Allah’a en yakın olan günlerim.”
Fazıl Hüsnü Dağlarca

Her gece, gergin avuçlarımın, parmak boğumlarında biriken aceleci çocukluğumun terini kazağıma siler; ellerimi, yaşadığımız öğretmen lojmanının yerden yükseltilmiş ahşap balkonundan göğe açardım.

Gecelerimin bilgesi Mavi Ay’a gözlerimi diker, o bilindik tekerleme ile düşlerime girerdim. “Ay Dede, Ay Dede! Bana demir para ver!” Yalvarmalarıma karşı gökyüzünün bu suskun dedesi, sesimi nedense hiç duymaz; avucuma yelleri bırakır kaybolurdu. Ben yine de pes etmez, Mavi Ay’ın iyi bir oyuncu olduğuna inanırdım. Çocuğum işte! Tersi aklıma gelmez, geceyi zevkli saatlere bölerdim. Ah, bu Dede var ya bu Dede! “Kaybolmamı bekliyor” diye düşünür, onu yanıltacak son yolu da dener; annem ile babamın kıymetli pirinçten karyolasının altına saklandıktan sonra usulca çıkar, bahçe köşesine bakardım. Bu çabam tek kişilik saklambaç oyununa dönüşürdü. Umudum devam ederdi etmesine; ama ne ben duyulurdum ne de avucum para görürdü. Kendi sesim hep bana kalır, ben de yankımı sobelerdim.

Şimdiki aklım olsa, para istemek yerine, demir parayı dünyanın en önemli mücevheri sanan çocukluğuma “Beni hayallerime götür” derdim. O götürmese de artık düşlerime gitmek için sesimi duymayan Ay’a yalvarmak zorunda kalmazdım. İhtiyaçlarımı, duygularımı benim gözetmem yeterli olurdu. Altı yaşımda, güneş bildiğim Ay Dede ile kurduğum o ilişki hayatın içinde öğrendiğim körebe oyunlarının ilk adımları mıydı bilinmez; ama duygularımı gösterirken, terlemiş avcumdaki yokluk duygusunu hissettiğimde ilk işim, önce Ay Dede’den bir şey ummayı bırakmak oldu. Sahip olamadıklarımı, kabullerimi, elimin ayasında henüz okunmamış duaları Ay’ın diğer yüzünde aradım. Ay’a küsmedim; ancak onun ışığının peşine takılıp sabahlara çıkmak yerine, güneşin gündüzü uğurladığı imbat esintili turuncu akşamüzerlerine borçlandım. Onlar, benim dünyamdan gerçeklik ve umut ufuk çizgisi olarak hiç ayrılmadılar.

Bunu hatırlayınca dut ağacından bir yaprak kopardım. Hatıramın üstüne koydum. Beslenecektim! Geçmişten önüme 23 Nisan Çocuk Bayramı’nda abimin teğmen kıyafetli haliyle yan yana olduğum ufak bir fotoğrafımız düştü. Abimle ben, bu özel günün elbiseleri lekelenmesin diye, bize verilen lezzetli akidelere bütün gün uzaktan bakmıştık. Ne de olsa gelecekteki keyifler için önce- den hayal kurduran bir babanın evlatlarıydık. Mutluyduk. Nereden duyup yaptıysam bilmiyorum, baş parmaklarımı dudaklarıma kelebeklerin antenleri gibi kondurup bir güzel poz vermişim. Bir de kendimi, robadan büzmeli entarime uygun karton kanatlarımla Ay Dede’nin yanına uçmaya hazır dünya kelebeği sanmışım.

Bir dut yaprağı daha koparıp, hatıralarımın üstüne koydum. Rüzgâr uçurdu; neyse ki çabucak yakaladım. Kelebek kanatlarımla kendimi dört yapraklı yonca bilip yaprağın arkasına yapıştırdım. Ay büyürken beklemek zordu… Böyle süreçleri yaşarken, zihnim beni hep aynı durakta durdururdu. Duracaktım ki ışık, gözlerime usulca girsin, uyanışımı aydınlatsın…

Bilge Öztoplu
16.09.2019-İzmir

Yazı: Bilge Öztoplu’nun 3.Kitabı “BENİ TERSTEN OKU” Sayfa 9
Fotoğraf: Bilge-Bülent Öztoplu
Tasarım: İnci Eksen

Yorum yapın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.