Kadın ve Erkek İlişkilerinde İletişim

İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan mürekkeptir. Kabil midir ki, bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünlüğü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki, bir cismin yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin?
– Mustafa Kemal ATATÜRK

Kadın ve erkek ilişkilerinde iletişim!

Kadın ve erkek ilişkilerindeki iletişim, kendimizi tanımamızı sağlayan önemli bir öğedir.

Karşı cins iletişimi denilince aklınıza gelen ikisinin de fiziksel farklı olduğudur. Bu iki cinsin birbirlerini tam anlamıyla anlaması mümkün değildir. Çünkü algıları, duyguları, düşünceleri, inançları korkuları farklılıklar/benzerlikler içerir. Tecrübe sayısı eşit değildir. Hayata bakış açılarıyla bile farklı varlıklardır. Onları ya da karşı cinsimizi; hikâyelerden, başkalarının deneyimlerinden, ebeveynlerimizin bakış açılarından tanımaya çalışmak bizi yanıltır. Tam tanıyamadığımızda gerçekçi olmayan senaryolar yazarız. Hatta ara sıra yazdığımız senaryoların başkahramanı oluruz. Karşımızdaki cinsimiz, alışık olduğumuz modellere uysunlar isteriz. Karşı cinsi bir varlık olarak, cinsel kimlik üzerinden değerlendirdiğimizde ‘evet benden farklı düşünüyor’ deriz ama bunu aynı cins olmadığımız için çözmekte yine zorluk çekeriz. Bunu çok uzatmaya gerek olmadan insan olma değeriyle çözebilmek daha kolaydır.

Hepimiz biliyoruz ki evet, erkek kadın fiziksel olarak farklıdır. Ancak düşüncelerimizin ruhumuzun fiziksellik kadar da ayrılık taşıdığı çok doğru değildir. Bu bir ayrıcı özellik olamaz.

Sen erkeksin, az hassassın diyebilir miyiz?

Sen kadınsın hep ev işi yapmalısın alışıksın az yorulursun!

Bu yaklaşımlar gerçek olamaz. Fiziksel yapımız farklı diye ruhlarımız, duygularımız, korkularımız çok derin uçurumlar kadar da farklı değildir. ‘İnsan olma’ değeri üzerinden denildiğin de bile içiniz de bir titreme olmuyor mu? Böyle baktığınızda aklınıza yaptığınız hatalar geliyor olabilir, azıcık hüzün de olabilir. Bazen anlamamış olmak, haksızlık yaptığınız kişiye karşı hüzün bırakabilir içinizde.

İletişim kurarken karşı cinsle farkında olmadan öğrenilmiş toplumsal kodlarla davranırız. Erkeğim, bulaşık yıkamam, kadınım ben mi para kazanıp geleceğim? Evet sen! Kadın evin direğidir gibi. Artık güçlü-zayıf dengesinin kurulduğu ilişkiler yerine insan olma değerinin arandığı ilişkileri geliştirmek amacımız. Birey/insan olma üzerinden kurulan ilişkiler kendimizi özgür hissetmemize, derinlikli ve paylaşımcı ilişkiler yaşamamıza neden olur. Zorunluluk hissetmeden karşısındaki için gönüllü yapılan davranışlar var ki; bunlar çaba, enerji, emek gerektirir. Bu davranışları yaptığımızda diğer kişiye değer kazandırır. Gösterilen bu emek ve çabalar bireyleri ilişkiye bağlar. Görev gibi veya zorlamayla yapılmadığı için yorucu ilişki olmaz. Her iki kişiyi de ilişkiye bağlar.

Yine ilişkilerimizde fedakârlıklar yapar, bazen de tavizler veririz. Anlamlarını iyi bilmeliyiz bu kavramların. Fedakârlık; karşı cins veya her tür ilişkide karşılık beklemeksizin muhatap olduğu kişinin bunu hak ettiğini düşünüp maddi manevi o kişinin yanında olma halidir. Beklenti yoktur. Zorluk derecesi zor olsa dahi bunu onun için yaparız. Değer verdiğimizi gösteririz. Herhangi bir korku duymadan hatta onun gideceğini bile bile yaptığımız fedakârlıklar bile vardır. Ayrılacağını bildiği gün sevgilisinin gömleğini ütüleyen kadınlar bile olmaktadır. Kaybetme, üzülme, yalnız kalma korkularını aşmıştır fedakâr olan birey. Bu davranışımızla karşımızdakinin bize karşı sorumluluğunu hissederek ilişkide durmasını sağlamak yerine onun yükünü hafifleterek bunu sadece onun mutluluğu için yaptığımızı hissettiririz. Karşımızdaki bunu kendi ihtiyacımızdan, bencilliğimizden ya da vererek bir bencillik davranışı yapmadığımızı anlar. Zira karşılık gelmese bile sertleşmeyiz, üzülmeyiz, yargılamayız, suçlamaz bağırmayız, şiddet kullanmayız. Birey ayakları yere basan birey gibi davranmış olur.

İlişkilerde Taviz verilmeye başlanıldığındaysa ilişki formatı değişir. Pazarlık ilişkisine girdiğimizde karşı taraf için yapmak istemediğimiz halde yaptığımız, ya da yapmayı sevdiğimiz şeylerden istemediğimiz halde vazgeçtiğimiz davranışlardır. Buna itildiğimiz davranışın altında mutlaka bir neden vardır. Suçlanmamak, haklı çıkmak, o kişiye kendimizi daha fazla sevdirmek, kendimize bağlamak gibi nedenler olabilir. Haklı olmak için haksız olma kaygısı yaşamama adına taviz verme davranışı, suçlanmamak eleştirilmemek korkusuyla karşı tarafa borç verme gibi bu taviz davranışı yerine getirilir. Gerçekten seviyorsak taviz vermemize gerek kalmaz. Taviz verilip sevgi alınmaz. Sevgi beklenilmez.

Erkeklere yüklediğimiz anlamları artık değiştirmeliyiz. ‘Erkek güçlüdür, hep ister ve almayı sever. İlişkiyi o başlatmalıdır, dansa o kaldırmalıdır’  şeklindeki kalıplar toplumsal, kültürel kalıplarımızdır. Kadın erkekten alışık olmadığı bir konuda yardım etmesini ister. (Örneğin; yatağı toplamasını, banyoyu temizlemesini vs.) Erkek bunu kabul etmeyebilir. Kadın sorun çıkarmaz ama başka konularda da iş yükü paylaşılmazsa, kadına bu yük fazla binerse kadının fedakâr tavırları tavize dönüşebilir, baskı artabilir, şikâyet edebilir. Erkek tavrı fark ettiğinde bu davranışı içselleştirebilir, önemsenmiyorum diye düşünebilir. Bu örneği insan olma değeri üzerinden değerlendirdiğimizde onun da beceriksizlikleri, alışkanlıkları, zayıf-güçlü yanları olduğunu ve bunları göstermekten korkabileceğini algılama olanağı çıkar. O da bizim gibi değer, ilgi sevgi görme ihtiyacı içindedir. Kaygıları, korkularının olması normaldir. Erkek olduğu için bunlara ihtiyaç duymaz diye bir şey söz konusu olamaz.

Yaptıklarımızın karşılığında geliştirdiğimiz beklentinin temeli değer görme ihtiyacımız, dolayısıyla isteğimizdir. Karşı cins ilişkilerinde karşılık beklemek rollerin karışmasına ihtimal sağlayabilir. Kadın erkeğe, ‘beni ailene karşı korumadın’ yerine ‘seni değil, ailenin yanında beni haklı çıkarmayan sadece o davranışını sevmiyorum’ diyebilir. Erkek kadına ‘ben eve geldiğimde sen de evde olmalısın’ diyerek toplum baskısını yansıtma yerine ‘eve geldiğimde seni evde gördüğümde daha çok mutlu oluyorum, buna çaba göstermeni seviyorum’  şeklinde değerlilik yükleyen cümleler ile iletişimin açmaz tarafını açar hale getirebilir.

Duygudaşlık ile güçlenen iletişim, anlaşılan bireyin rahatlıkla kendini ifadesine neden olunca uyum denilen sihir açılır. Uyum kurulduğunda sözler batmaktan çıkar. Sizler başkahraman, sözler ise size yardımcı oyunculardır. Yeter ki uyumla başlasın iletişim.

İlişkiyi, iletişimi ön yargısız, rol biçmeden, koşullandırmadan onu anlama olanağımız da vardır. Herkesin yetiştiği coğrafya, geçmişi farklıdır. Ailemizden öğrendiğimiz karşı cins algımızla aradığımız insanı bulma çabamız, benzerini bulmuş olduğumuzda da zihnimizdekine uydurmaya, anlamlandırmaya çalışmamız yanlıştır. Anlam yüklediğimiz kişi bir süre sonra gerçek kimliğiyle davrandığında öfke duyarız. Bu durumdan o sorumlu değildir. Çatışan değerlerimizi yeniden gözden geçirmek durumundayız.

Hep duyarım kişilerden ‘bana sormadan beni kafasında kendine göre yaratmış’ cümlesini. Gerçek kimlik ortaya çıktığında öfkelenmek, çatışmak, hayal kırıklığı ise bir sonuçtur. Sonuçlar yerine nedenlerine baktığımızda konu daha net olmaktadır.

Hatırlayın isterim hep, ruhsal olarak hayatta kalmak için ilişkiler ve derinliğinde iletişim gereklidir.

Sevgiyle iletişimleriniz bol olsun da, gönlünüze hep kuşlar konsun.

Bilge Öztoplu
Profesyonel Koç, NLP Practitioner

Yorum yapın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.